• Tarih:2012-11-26
  • Kategori:Köşe Yazıları

Bir kırmızı bir yeşil yanıyor

Birkaç gündür hayat üzerime çullandı. Ne beynim parmaklarıma ne de parmaklarım klavyenin tuşlarına hükmediyor. Yorgun bedenimin takati kalmamış. Hayat bugünlerde yorgun, yoğun ve duygu yüklü…
Yorgun, yoğun ve duygu yüklü olan hayat değil ki, benim… Şehrin trafiği gibi bir kırmızı, bir yeşil yanıyor. Ne bedenim ayaklarıma ne de ayaklarım bedenime uyum sağlıyor. Bir ara kalbimle kol kola girip, şehri dolaşıyorum. Sessizliğe gömülüp, önce kendimi, sonra çevremi dinliyorum. Ankara'da yazdan kalma bir şarkı gibi doğuyor güneş bugünlerde. Her battığında hüzünlenen, her doğuşunda taze bir başlangıç oluyor. Temiz, berrak bir havaya uyanmanın sevinci yüzüme yansıyor. Kabus gibi çöken karabulutlar Başkent'in silüetini değiştiriyor. O gün bir dargınlık bir kırgınlık duygusu hakim oluyor. Güzel cemalini esirgiyor bizden… Yüreğim acıyor. Gönlüm bitap... Ne acıyı yaşayabiliyorum ne de sevinci… Uzun süre gülüp geçtiklerime tanıklık ediyorum. Mevsimsel dönüşümlerin insan üzerindeki etkileri olsa gerek… Gribal enfeksiyonun kol gezdiği bir dönemdeyiz. Hemen her yıl yeni bir isim türü ile karşımıza çıkıyor. H1 N1 sendromunu da bir dönem yoğun yaşamıştık. Kabus gibi çökmüştü o günler üzerimize. Masalarımızda günün anlam ve önemini ortaya koyan jelleri hatırlıyorum. Hep birlikte hijyene karşı hassas günler yaşamıştık. Beslenmemize özen gösterir olmuştuk.
Birbirimizin üzerine titriyor, mümkün oldukça kalabalık ortamlardan uzak duruyorduk. Kabus gibi bir şeydi galiba… Kimi evlerde uykusuz geceler yaşanıyordu. Etrafımızda H1 N1 ile tanışanlara moral verir olmuştuk. Yenilmeyen, yenilemeyecek rakip olmadığını paylaşıyorduk. Hayatın ritmine ayak uydurmak için güçlü olmak gerekiyordu. Nerden, nasıl geldiğini tartışmak yerine mücadeleye destek verir olmuştuk. Kaderci olup, beklemek yerine tıbbın önerilerini dikkate alıp öyle yaşam kurguluyorduk. Hayatta hiçbir şeyin 'gücün' karşısında galip gelemediğini bilerek topyekün bir mücadelenin içine girmiştik.
Tıpkı hepimiz gibi, biz de güçlü olduk. Galip gelen, yenen, başaran biz olmalıydık. Üzüldüğümüz anlar oldu. Ama asla belli etmedik. Tedirgin olduk mu? Elbette. 'Endişeye mahal yok' dedik.
Güçlüydük, kararlıydık ve başaracağımızı biliyorduk. İnanmış, başarmak üzere kenetlenmiştik… Karşılıklı tebessümlerin ardından, bir kez daha birlikte yürümeyi başardık… Eee bu yıl kapımıza dayanan gribal enfeksiyona bir tanı koymadık.
En azından şimdilik… Bilumum kuş isimlerini kendine ithaf ettik. Mevsim açıldı, hoşgeldi… 
Mücadeleye hazırlıklı olmalı. Biz toplum olarak ne badireler atlattık, birey olarak ne acılara tanık olduk. Ama hep ayakta kalmayı başarmadık mı?
 
***
 
Haftada bir gün sizinle buluşmanın ne denli keyifli olduğunu biliyorum. Başkent'in siyasetinden uzak, trafiğinde boğuşmadan, kırıp dökmek yerine bu kentin tüm değerlerini kucaklamak için özenle seçiyoruz başlıklarımızı. 
Kızdırıyoruz ama kırmıyoruz. Muhalefet yapıyoruz ama sövmüyoruz. Yeri geliyor alkışlıyoruz. Yeri gelince de tepkimizi koymaktan çekinmiyoruz. 
Kılı kırk yarıyoruz. Özel bir markayı temsil etmenin hakkını özel haberciliğimizle vermek istiyoruz. Okurdan aldığımız gücün farkındayız. Sizinle birlikte yapıyoruz SABAH Ankara'yı. Sizden gelen olumlu tepki 'moral' olup sinerjimize katkı koyuyor. Eleştirileriniz de yolumuzu aydınlatıp, daha iyi SABAH Ankara'ya ışık tutuyor.
Sizi önemsiyor, değer veriyoruz… Bir önerinizi daha dikkate alarak geride bıraktığımız haftanın manşetlerini rafa kaldırıyorum. Haftanın başarılı röportajlarını yapan Serpil Uygun Çiçek arkadaşımıza teşekkür ediyorum. Yavuz Donat, Ahmet Örs, Mehmet Barlas, Nazlı Ilıcak ve Hıncal Uluç gibi isimleri SABAH Ankara'ya taşıyarak Başkent'i konuştu.
Güzel bir gün, mutlu bir hafta olsun…

Yorumlar

Yorum Yapın

Twitter